We are
highly
sensitive

Başkalarının ne düşündüğünü çok fazla önemsemek neden mutsuzluk getirir.

441 Views
İletişim kurmak istediğimiz zamanlarda veya sosyal ortamlarda kendi gibi olamayan… bireyler baskı altında hareket etmektedirler. Bu durum istenilmeyen, öngörülemeyen ve hatta yanlış anlaşılabilecek durumlara sebebiyet verebilir. Bunun en büyük sebebi insanın aslında kendini tanıyamaması, bu konuda yeterli farkındalığı kazanamaması, kısacası kendini bulamamasından kaynaklanmaktadır. Aslında insanın kendini bulması yaşam boyu süren bir yolculuktur. Ne yazık ki birçok insan bu yolculuğa daha hiç başlamamış ve kat edeceği her adımda kazanacağı şeylerin farkına bile varamadan yaşayıp gitmektedir. Diğer bir taraftan kendini tanıdığını düşünüp bu yersiz özgüvenle hareket eden insanların hali ise daha kötü olup sadece kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. Bu iki insan tipi başkalarının yanında farklı gözükmeye çalışsalar da yalnız kaldıklarında gerçeklerle yüzleşip, hayat boyu sebebini anlayamadıkları bir mutsuzluğun içinde kıvranıp durular.

‘’ Bu dünyadaki en mutsuz insanlar, başkalarının ne düşündüğünü takıntı haline getirenlerdir.’’ (Virginia Woolf)

Başkalarının ne düşündüğünü takıntı haline getiren davranışın altındaki bazı temel duygu durumlarını sıralayacak olursak;

  • Birey sevileceğini, kabul göreceğini düşünmüyorsa,
  • Kendine vereceği değeri başkalarının gözünde arıyorsa ve özellikle bu değerini başkalarının onayı, takdiri veya beğenisi üzerine kurmuşsa,
  • Birey kendini sevemiyorsa, yani kendisi ile barışık değilse, sürekli olarak başkalarına ihtiyaç duyuyorsa,
  • İletişim ve ilişki kuracağı insanları kendi gözünde aşırı büyütüp önemsiyor ve özellikle de onları vazgeçilmez görüyorsa, birey asla kendi olamaz.

Birey kendi gibi davranamayacağı için bu ağır baskı altında ezilip eninde sonunda hep mutsuzluğu tadar.Kendini bulacağım derken içinde bulunduğun aile ortamına veya senin dışında kim varsa ona savaş açmak da asla çözüm değildir. Savaşmak her zaman işe yaramaz, kazansan bile savaş içinde bulunduğun süre içinde elbette ki senin de kayıpların, yorgunlukların ve kırgınlıkların olacaktır. Yaşadığın bu kayıplar ise kendin olma ve kendini bulma sürecini zorlaştıracaktır. Bu yüzden kendin olmak için önce kendin ile barışarak bunu yapabilirsin. İnsanın kendisi ile savaş içinde olmasının en önemli sebebi ne yazık ki sürekli yaralayıcı bir eleştiri ortamında büyümüş olması ve kendisinden sürekli bir şeyler beklenmesidir. Kendin olma noktasında en zorlanılan husus tam da bu noktada devreye girer. Kişinin davranışları ebeveynlerinin uzantısı olarak devam eder. İnsan gerçekte kim olduğunu unutabilir. Başkalarının istediği gibi giyinen, düşünen ve onlar gibi tepkiler veren bireylere dönüşebilir. Bununla beraber hayır diyemeyerek, sınırlar koyamayarak ve düşüncelerini ifade edemez hale gelebilir. Daha da kötüsü ‘’Benim de hayatım bu işte!’’ noktasına odaklanıp bunu kadere bağlayabilir. Ama bu kader değil, aslında bir tercihtir. İnsan, ailesine ve çevresine sorumlu olsa bile en büyük sorumluluğu tam olarak kendisinedir.

Birey kendi olabilmek için ne yapmalı?
Kendin olmak ve kendin gibi davranmak istiyorsan, önce kendini tanımalı, gerekirse bu konuda uzmanından yardım almalı, sonra kendinle barışık olup kendini doğru ifade etmeyi denemelisin, ilişki kuracağın insanlar tarafından eleştirileri, dışlanmayı hatta suçlanmaları bile göze alarak ve daha da önemlisi bu durumlarda pes etmeyip psikolojik sağlamlık kazanarak devam etmelisin. En son olarak da sadece ve sadece kendini kabul etmeyi denemelisin. Yazıyı güzel bir Anadolu hikayesi ile bitirelim.

Nasreddin Hoca, oğluyla birlikte köyüne gidiyormuş. Oğlunu eşeğe bindirmiş, kendisi yürümüş. Karşıdan gelenler, oğlunu göstererek:

— “Ak sakallı adam yürürken bacak kadar velet eşekte gidiyor. Zamane çocuğu işte.”, demişler.

Hoca oğlunu indirip kendisi binmiş. Az sonra birkaç kişiyle daha karşılaşmışlar. Bunlar ise:

— “Koca adama bak! Bu sıcakta minnacık çocuğu yaya yürütüyor. Hiç insafı yok.” demişler.

Hoca, eşeğe oğlunu da bindirmiş. Çok geçmeden yine üç beş kişiye rastlamışlar. Adamlar:

— “Zavallı hayvan! Düşüp ölecek! Hiç acımadan iki kişi birden binmişler üstüne!” demişler.

Hoca inmiş, oğlunu da indirmiş. Eşek önde, onlar arkada ilerlemişler. Biraz sonra, yol kıyısında duranlar:

— “Amma aptal adammış bu hoca, Eşek bomboş gidiyor, kendisi oğlu ile kan ter için de arkasından koşuyor!” diye konuşmaya başlamışlar.

Hoca dayanamamış. Oğluna dönüp:

— “Gördün mü, her kafadan bir ses çıkıyor. Şu dünyada kimseyi hoşnut edemiyor, kimsenin dilinden bir türlü kurtulamıyorsun! Onları dinlersen hiçbir işe başlayamazsın. İyisi mi doğru bildiğinden şaşmayacaksın.” demiş.

Zeliha Ünal